Bakan Avcı'dan flaş açıklamalar
Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı, 24 TV´de Kulis programına konuk
oldu.
Bakan Avcı’nın yaptığı açıklamalardan öne çıkan başlıklar
şöyle:
“Kamuda çalışan her üç kişiden biri bizde
çalışıyor”
“Millî Eğitim Bakanlığı’yla bir şekilde irtibatlı olmayan aile
yoktur zannediyorum. Çünkü ya çocuğu, ya yeğeni, ya torunu ya da
kendisi üzerinden mutlaka yolu bir şekilde Millî Eğitim
Bakanlığı’yla kesişir insanların. Biz evet doğru, en büyük kamu
kuruluşuyuz. Yani mesela büyüklük ölçekleri konuşulurken, hem bütçe
konusunda, hem personel konusunda genellikle Silahlı Kuvvetler ile
karşılaştırılırız. Biz hem çalışan sayısı itibarıyla hem de
irtibatlı olduğumuz hedef kitle bakımından en büyük kamu
kuruluşuyuz. Kamuda çalışan her üç kişiden biri bizde çalışıyor. En
büyük arsa spekülatörüyüz, her yerde arsalarımız var, bir türlü
kamulaştırmaya para yetiremediğimiz arsalarımız var. En büyük bina
stoku bizde. Velhasıl gerçekten büyük bir yapı. Dolayısıyla bu
büyük yapıyla ilgili hem beşeri kaynaklarımız hem fiziki altyapımız
itibarıyla ister istemez birtakım haberlere her gün konu
oluyoruz.”
“Dershane meselesi çok iyi tezgahlanmış bir
illüzyon”
“Dershane meselesi gerçekten işin içine girdikçe daha iyi görülüyor
ki çok iyi tezgahlanmış bir illüzyon. Biz dershanelerin özel okula
dönüştürülmesi projesini başlattığımızda da bunu söyledik ve
birtakım rakamlara, ölçümlere dayanarak bunu söyledik. Yani
öğrencilerin yüzde kaçı dershaneye gidebiliyor, bu gidenlerin yüzde
kaçı gerçekten dershane üzerinden bir artıyla sınavlarda başarılı
oluyor; bunların hepsinin çok tartışmalı olduğunu, daha doğrusu
rakamların gösterdiği göstergelere baktığımız zaman illüzyonun
tartışmasız olduğunu gördük.”
“Pek çok çocuğumuz hiç dershaneye gitmese de okuldan
edindikleriyle aldığı puanı belki daha fazlasıyla
alabilecekti.”
“Burada şöyle bir imkânsızlıktan ötürü dershaneler bu illüzyonu
bugüne kadar sürdürebilmişler. Birçok öğrenci dershaneye gittiği
zaman sınavda bir puan alıyor. Şimdi dershaneye gitmeseydi o puanı
almayacağını kanıtlayacak durumda değiliz. Dolayısıyla pek çok
çocuğumuz aslında normal şartlarda hiç dershaneye gitmese de
okuldan edindikleriyle bu aldığı puanı belki daha fazlasıyla bile
alabilecekti.”
“Okul ve öğretmenlere haksızlık yapılarak başarıyı
dershanenin başarısı olarak gösteren illüzyon
kırıldı.”
“Burada şöyle bir sorun karşımıza çıkıyor; dikkat ederseniz sınav
dönemlerinin sonunda sonuçlar açıklandığı zaman bazı çocuklar
üzerine birtakım tişörtler giydirilip dershanenin başarısı olarak
reklamı yapılıyordu. Bu aynı zamanda okullarımıza ve okuldaki
öğretmenlerimize haksızlık. Sanki o çocuklar sadece dershanede
yetişmiş ve sadece dershaneyle bu işleri yapmışlar gibi bir algı
çok sistematik bir biçimde işletiliyordu. Dershanelerin dönüşüm
tartışmaları sırasında bu illüzyonun kamuoyunda büyük ölçüde
ortadan kalkmakta olduğunu görüyoruz. Bu illüzyon
kırıldı.”
Çocukların reklam unsuru olarak kullanılması
“Devlet kendi okullarındaki başarılı çocuklara dershaneler kadar
reklam değeri vermiyor, vermemiş, vermemesi de normal. Biz
çocukların böyle reklam unsuru olarak kullanılmalarının pedagojik
olarak da doğru olmadığını söylüyoruz. O yüzden de çıkardığımız
yeni bir genelgeyle bunu yasakladık, yani çocukların reklam unsuru
olarak kullanılmasının önüne geçmeye çalışıyoruz.”
Dezavantajlı çocukları değil, avantajlı çocukları daha
hızlı koşturan dershane mekanizması
“İstatistiklere baktığımız zaman da şunu görüyoruz: Bir defa
dershaneye giden-gitmeyen istatistiklerinde gidebilenlerin çok
ciddi bir azınlık oluşturduklarını; o azınlığın içinde de gerçekten
kendi okulunda aldıklarıyla sınavda başarılı olabilecek, fen lisesi
gibi, sosyal bilimler lisesi gibi daha seçmeli öğrenciler alan
kurumların öğrencilerinin dershanelerde büyük oranı teşkil ettiğini
görüyoruz. Yani dershaneler dezavantajlı çocuklarımızı diğerlerine
yetiştirmek üzere değil koşuya zaten avantajlı başlamış olan
çocukları biraz daha hızlı koşturmak üzerine çalışan bir mekanizma.
Artı bir de şu var: Dershane var, dershane var. Hatta aynı
dershanenin içinde sınıf var, sınıf var. Bizim dışımızda yapılan
araştırmalar, yani biz derken Millî Eğitim Bakanlığı’nın dışında,
bağımsız sivil toplum kuruluşlarının yaptığı araştırmalar
gösteriyor ki; yıllık şu kadar meblağın, ki orta gelirli bir
ailenin karşılayamayacağı 3 bin küsur doların üzerinde bir
meblağın, üzerine çıkmadığı zaman o çocuk orada dolgu malzemesi
olarak kullanılıyor. Yani dershaneler önceden belirledikleri,
okullarında başarılı olan öğrencileri alıyorlar, hepsi için
söyleyemem, ben tablonun geneli hakkında bir fikir vermek için bunu
söylüyorum. Yoksa mesela bu süreçte gördük ki dershane sektöründe
faaliyet gösteren pek çok kurum özel okula dönüşme konusunda
bizimle çok güzel iş birliği yaptı ve onların gerçek eğitimciler
olduklarını biz bu süreçte bir kere daha görmüş olduk. Gerçekten
eğitime katkıda bulunmak isteyen, bunun için uygun yöntemler
kendilerine önerildiği zaman bunları samimiyetle benimseyebilen
kurumlar olduğunu da bu süreçte gördük.”
Öğrenciye bir şey katan değil, öğrencinin avantajını kendi
lehine kullanan dershaneler
“Bir de şunu yapıyor belli dershane grupları, bunu herkes biliyor
zaten, isim vermeme de gerek yok: Okullarda gerçekten başarılı olan
öğrencileri tespit ediyorlar, hatta onları burslar vererek
dershanelerine getiriyorlar ve orada onlara özel sınıflar
açıyorlar, özel öğretmenler tahsis ediyorlar. Bunlar 5 kişilik, 6
kişilik, hatta bazen 3 kişilik sınıflarda, daha sonra dershanenin
ve o grubun reklamını yapmak üzere özel olarak yetiştirilmiş
öğrenciler. Öğrenciye bir şey katan değil, öğrencinin
kendilerine bir şey kattığı bir sistem. Evet, tam bu. Yani o
öğrencinin aslında avantajını kendi lehine kullanan. Öğrencinin
özelliğini kendi lehine kullanan bir mekanizma.”
Finansör öğrenci grubu
Öteki sınıflardaki normal öğrenciler ne oluyor? Yani gerçekten bu
dershaneden ek bir fayda umarak gelen ve daha düşük ücretlerle
dershaneye kaydolan öğrenciler de bu öğrencilere finansör gibi
çalışıyor. Dolayısıyla kamuoyu bu tartışmalar sırasında bu
mekanizmayı, bu dershanecilik sistemindeki bu suiistimalleri de
yakından görme fırsatını buldu.”
TEOG, SBS’nin yerine konulan bir sınav değil, mevcut yazılı
sınavlardır
“Bizim uygulamaya koyduğumuz TEOG sınavları dediğimiz, yani temel
eğitimden ortaöğretime geçiş, aslında yeni bir sınav değil bu, bunu
her yerde söylüyorum, ama bir kere daha söylememde fayda var, çünkü
hâlâ kamuoyunda sanki SBS kaldırıldıktan sonra yerine TEOG diye
ayrı bir sınav ihdas edilmiş gibi bir algı oluştu, böyle değil.
TEOG dediğimiz şey, aslında hepimizin eğitim hayatımızda girdiğimiz
yazılı sınavlardan, şimdi biz 6 dersten bu yazılı sınavların
kontrollü olarak yapılmasını sağladık. Kontrollü ne demek? Sorular
Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanıyor. Merkezi olarak
gönderiliyor, çocuklar kendi sınıflarında ve her ders için ayrı
ayrı oturumlarda, böyle SBS gibi bir oturumda beş ders filan
meselesi de değil, daha sakin bir ortamda bu yazılılarına
giriyorlar. Dolayısıyla müfredatın önemi ortaya çıktı. Çünkü bu
kontrollü yazılılar belli tarihlerde yapılıyor ve öğretmenlerimiz o
tarihe kadar müfredatı yetiştirmek zorundalar.”
“Krıminal olmayan daha üstü örtük bir iş
birliği”
“Belli bir tarihe kadar müfredatın yetiştirilmesi zorunluluğu ne
demek? Müfredatın ciddiye alınması demek. Hâlbuki eskiden bu
dershane yanılsaması yüzünden öğretmenler de veliler de öğrenciler
de “canım bunu nasıl olsa dershanede öğreneceksiniz” veya sınavda
genellikle dershanelerde eğitimi verilen birtakım konularla ilgili
veya test teknikleriyle ilgili şeyler sorulacağı varsayımıyla
hareket ediliyordu ki sınavlar da büyük ölçüde ona ayarlanmaya
başlanmıştı. Hatta bu ilişkinin, yani sınav düzenleyicilerle sınav
hazırlayıcılar arasındaki ilişkinin çok farklı boyutlarda da
işlemekte olduğunu şimdi son örneklerde, adliyeye de yansıyan
örneklerde görüyoruz. Ama o kadar krıminal olmayan daha üstü örtük
bir iş birliği de vardı.”
İllüzyon bozuldu
“Mekanizma böyle. Şimdi bu mekanizma bozuldu, bu illüzyon bozuldu.
Şimdi öğretmenlerimiz öğrettikleri dersin sınavlara yönelik
olduğunu, sınavlarda bu öğrettikleri dersten öğrencilerinin
başarılı ya da başarısız olacaklarını bildikleri için müfredatı çok
daha ciddiye alıyorlar. TEOG’la ilgili daha sonra yaptığımız anket
çalışmalarında öğretmenlerimize, velilerimize, öğrencilerimize
sorduğumuz sorulardan da bunun olumlu sonuçlarını görüyoruz.
Dolayısıyla bizim başından beri söylediğimiz, okulun merkeze
oturması, öğretmenin merkezde olması, müfredatın merkezde olması ve
bu müfredatın test sınavı odaklı değil öğrenme odaklı hâle
getirilmesi çabalarımızın olumlu bir adımı oldu bu süreç. Ama tabii
bu illüzyon hâlâ bazı kesimlerde devam ediyor.”
Çocukları yarış atına çeviren dershane mantığı
“Dolayısıyla sanki 1 Eylül 2015’ten itibaren dershanelerin
kapatılacak olmasını dünyanın sonu gibi gören bir kesim, çok az
sayıda olmakla birlikte bazı velilerimizde böyle bir saplantı var.
Bu aslında iyi bir şey, çocuklarının eğitimine verdikleri değeri,
önemi gösteriyor. Ancak eskiden beri hepimiz şikâyet etmiyor
muyduk; çocukları yarış atına çevirmeyelim diye. Şimdi buna rağmen
hâlâ biz bazı ailelerde bu saplantının devam ettiğini görüyoruz.
Geçmiş yıllarda bunlar şöyle yapıyorlardı: Çok başarılı okullardan
bile öğrencileri açık liseye alıp dershaneye gönderiyorlardı. Açık
liselerde devam mecburiyeti olmadığı için, çocuklar açık liseye
kaydettirilip son sınıfa geldikleri zaman oradan dershaneye
gönderiliyordu. Şimdi bu sene o da yok. O yol da kapandı. Şimdi
temel liseleri böyle bir sapma yol gibi görmeye başladılar. Boşuna
yorulmasınlar velilerimiz, yani hakikaten çocuklarına durduk yerde
de zulmetmesinler.”
“Temel liseler zorunlu ders saati seyreltilmiş
liselerdir”
“Temel liseler normal liselerden farklı olarak zorunlu ders saati
seyreltilmiş liselerdir. Niye böyle bir kuruma ihtiyaç duyuldu?
Dershanelerin özel okula dönüşümü sürecinde bazı kurumların özel
okullardan beklediğimiz kriterleri, yani bahçesi olacak,
laboratuvarı olacak, merdiven genişliği şu olacak filan gibi bir
sürü fiziki ve beşeri altyapıya ilişkin kriterlerimiz var özel okul
açmak için. Şimdi bunların bir kısmı bu kriterlere hemen
geçemeyebilirler. Dolayısıyla onlara dedik ki; tamam, hemen o
kriterleri yüzde 100 sağlayamayabilirsiniz, ama bize bir niyet
beyanında bulunduğunuzda ve bu altyapıya dört sene içerisinde
geçeceğinizi taahhüt ettiğiniz takdirde bu kriterlerden bazılarını
sizde aramayacağız. Dolayısıyla böyle bir geçiş kurumu oluşturduk.
Şimdi zannediliyor ki bütün son sınıflardan öğrenciler bu temel
liselere giderlerse orada yine dershanecilik yapılacak, yine
sınavlara dershane üzerinden hazırlanılacak. Hayır, birincisi zaten
yasa gereği bu temel liseler alacakları öğrencileri sınıflara
dağıtmak zorundalar. Yani diyelim ki bir temel liseye biz 100
öğrencilik bir kontenjan vermişsek, bu 100 öğrencinin 100’ünü de
dördüncü sınıfına alamaz. 25’ini birinci sınıfına alacak, 25’ini
ikinci sınıfına alacak, 25’ini üçüncü… Eşit dağıtacak, yüzde 30’u
geçemez. Yani bir sınıfa verdiği öğrenci sayısı toplam
kontenjanının yüzde 30’unu geçemez. Bu ne demektir? İstese de
istemese de 4. sınıfa 30’dan fazla öğrenci alamaz.”
Temel liseye dönüşen dershane sayısı 56
“Şu anda, son geldiğimiz noktada temel liseye dönüşmüş olan
dershane sayımız 56. O bakımdan bu geçici bir düzenlemedir, 4
yıllık bir süre için yapılmış bir düzenlemedir. Bunların hepsi
normal özel okullara geçecek ve normal özel okula geçtikleri zaman
kendilerine bir marka değeri oluşturmaları lazım. Eğer böyle üstü
örtülü bir dershanecilik yaptığına dair bir imaj oluşursa, özel
okula geçtikleri takdirde şanslarını büyük ölçüde yitirmiş olurlar.
Çünkü o zamana kadar bu dershane sınavcılığı bitmiş olacak, sınav
teknikleri bakımından da bitmiş olacak, sınav kapsamı bakımından da
bitmiş olacak. Dediğim gibi, zaten sayısal olarak buna imkân
bulamayacaklar. Ama takviye kursu olabilir.”
Hafta sonu takviye kursları
“Bunu devlet okullarımızda da yapıyoruz, devlet okullarında
da özel okullarda da hafta sonlarında çocuklara takviye kursu
verebilirsiniz. Ama dershanecilik anlamında değil, yani çocuk
müfredattaki derslerden hangisinde kendinde bir eksiklik, bir
zayıflık hissediyorsa onları pekiştirmek amaçlı takviye kursları
tabii ki verilebilir. Zaten onunla ilgili olarak biz de
okullarımızda, devlet okullarında da bunu yapıyoruz. Bu vesileyle
ben bu devlet okullarındaki takviye kurslarına gelen
öğretmenlerimize teşekkür ediyorum, çünkü bu gönüllülük esasına
göre yürüyen bir süreç ve dediğim gibi daha önce başka yerlerde de
söyledim, hafta sonlarında öğretmenlerimiz takviye kursları için
geliyorlar ve çok düşük ücretler karşılığında bu dersleri
yapıyorlar. Ama buna rağmen 100 binin üzerinde öğretmenimiz gönüllü
olarak, gönüllü diyorum çünkü aldıkları ücret okula giderken
ödediklerini belki karşılamıyor.”
Takviye kurs ücretlerinde yüzde 100 artış
“Ücretleri yüzde 100 artırdık, artırdık da ne oldu… Parası için
gidilecek bir şey değil. Öğretmenlerimiz gerçekten idealist bir
şekilde fedakârca bu kurslara katılıyorlar, kendilerine çok
teşekkür ediyorum, 2 milyonun üzerinde öğrencimiz de bu kurslara
devam ediyor. Özel okullarda da bunlar var, daha da yapılabilir.
Tabii 30 yıllık, 40 yıllık bir illüzyonu bir hamlede sıfırlamak
mümkün değil. Zaman alacak. Ama kamuoyunda bu illüzyonun
kırıldığını gösteren çok açık işaretler var. Müfredat öne çıktı,
bunu da denemeye başladık. Önümüzdeki yıl da dershanesiz olarak
nasıl gittiğini göreceğiz.
Sistem oturuyor
“Sistemin gerçekten oturmakta olduğunun göstergeleri var. Şimdi son
TEOG sonuçlarıyla ilgili olarak şöyle bir söylem geliştirilmeye
çalışıldı: Efendim, 4500 öğrenci tam puan aldı, yani diyelim
yazılıdan 10 üzerinden 10 aldı. Peki sınava giren öğrenci sayısı
kaç? Yaklaşık 1 milyon 300 bin. 1 milyon 300 bin öğrencinin girdiği
bir sınavda bunu ister klasik sınav olarak yapın, yani açık uçlu
yazılı, ister kompozisyon yapın, ister sadece akademik bir sınav
olmasa, mesela beden eğitimi sınavı da olsa, müzik de olsa, 1
milyon 300 binin içinden 4500 tane tam puan alan örgenci çıkması
hiç şaşırtıcı değil. Hatta sevindirici, keşke daha fazlası olsa.
Biz neden yakınıyoruz? Mesela üniversite sınavlarında da tersi
söyleniyor; efendim şu kadar öğrenci şu derslerden sıfır çekti.
Tamam, zaten bazı öğrenciler, belli şeyler için giriyorlar, diyelim
fizik sorularını hiç cevaplandırmıyorlar, o yüzden o oran çok
düşüyor, ama ayrıca da bizim üniversite sınavlarından çıkardığımız
bir ders var ki, o da; ortaöğretimde kalitenin ciddi manada
yükseltilmeye ihtiyacı var, bu bildiğimiz bir şey, zaten bu
düzenlemeleri bunun için yapıyoruz.”
Amaç, üniversiteye daha hazırlıklı öğrenciler
göndermek
“Biz öğrenciyi liselerden üniversiteye hazır olarak gönderemiyoruz,
bunu görüyoruz, onun için bu tedbirleri alıyoruz zaten,
üniversiteye daha hazırlıklı öğrenciler göndermek için. Şimdi bu
temel eğitimden ortaöğretime geçiş, yani TEOG sınavlarında 4500
öğrencinin tam puan almasına niye sevinmiyoruz? Sanki bu 4500
öğrenci, bir de bu yakınlarda 2010 KPSS’sinde soruların
sızdırılması, acaba burada da mı böyle bir şey var, suiistimal var
gibi bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Hayır, bu 4500 kişinin
dağılımı zaten Türkiye genelinde çok rasyonel bir dağılım. Bir de
dediğim gibi bunu hangi sınav türünde yaparsanız yapın, hatta
sınava bile gerek yok, işte 1 milyon 300 bin öğrencinin içinde boyu
1.80’den yukarı olanlar ayrılsın dediğiniz zaman da hani en uç, o
yaşta 1.80 üzerinde çocuk bulmak azdır ama, orada bile 4500 öğrenci
çıkar.”
“Derdimiz başarısız öğrencilerin başarısını
yükseltmek”
“Dağılımlarda anlamlı bir eğri görülüyor zaten. Bizim derdimiz, alt
kattaki, yani daha başarısız olan öğrencileri yukarıya çekmek,
başarılıların sayısını da mümkün olduğu kadar yükseltmek; derdimiz
bu. Bu da yavaş yavaş değil hızlı bir şekilde oluyor, olacak
inşallah, bunu görüyoruz. TEOG’dan aslında koparılmak istenen bütün
gürültüye rağmen velilerimiz, öğretmenlerimiz ve öğrencilerimiz,
yani işin asıl muhatapları çok memnunlar.”
Ailelere, ‘çocuklara dayatmada bulunmayın’
uyarısı
“Bir de şöyle bir şey var: Dediğim gibi küçük bir azınlık olmakla
birlikte bazı aileler çocukların eğitimini adeta kendi kişisel
başarılarının bir göstergesi gibi algıladıkları için, bu konuda
olağanüstü bir saplantı geliştiriyorlar. Bu yüzden de aslında
çocuklarına istedikleri kadar da yararlı olamıyorlar. Aslında biraz
daha rahat, biraz daha esnek olmaları lazım. Çocuklarının geleceği
konusunda tek belirleyici olmadıklarını, çocukların da kendilerine
göre tercih hakları olduğunu, kendilerine göre yetenekleri veya
eğilimleri, tercihleri olduğunu ve olabileceğini artık kabul
etmeleri gerekiyor. Çocuklarına illa kendi olamadıkları şeyi olmak
için birtakım dayatmalara girmemeleri gerekiyor. Kendi
atlayamadıkları çıtayı çocukların önüne koymasınlar. Bunu çok
kibarca söylemeye çalışıyorum, o veliler ne demek istediğimi,
özellikle o çocuklar ne demek istediğimi çok iyi anlıyorlar.”
Bazı dershane gruplarının sürecin akamete uğrayacağı
beklentisi
“Şimdi bunun en açık göstergelerinden bir tanesi de şu: Başından
beri bazı dershane grupları özellikle meseleyi hukuk düzeyinde
farklı bir mecraya getirebilecekleri iddiasını kamuoyuna
pompaladılar ve dolayısıyla bu sürecin akamete uğrayacağı, bu
dönüşüm sürecinin başarılamayacağı, bununla başa çıkılamayacağı
gibi bir algı oluşturmaya çalıştılar. Bunun arkasında da büyük
ölçüde Anayasa Mahkemesi’ne yapılmış olan itiraza ilişkin
beklentiler vardı. Bekliyorlardı ki Anayasa Mahkemesi dershanelerin
devamı yönünde bir karar verecek. Bunu sürekli hem kamuoyunda
dershanelere yönelik talebi diri tutmak için, hem de Anayasa
Mahkemesi üzerinde belli bir baskı oluşturmak için sistematik bir
şekilde böyle bir algı operasyonunu sürdürdüler. Bunun sonucu
olarak biz aslında dönüşüm sürecini aşamalı düşünmüştük ve işte
birinci fazda, ikinci fazda, üçüncü fazda dönüşenler için her faza
göre farklı teşvik paketleri öngörmüştük. Şimdi bakın çok
enteresandır, bu iş, dönüşüm süreci 2 Haziran 2014’te, yani aşağı
yukarı 1 sene önce başlatıldı. İlk elde 327 dershane dönüşüme
başvurdu. Sonra bu kampanya başladı, çünkü o dönem aynı zamanda
yeni kayıt alma dönemi, Anayasa Mahkemesi’nden bu iş dönecek, siz
merak etmeyin, dershaneler devam edecek, dolayısıyla çocukları
getirin. Bu kampanyanın bir neticesi olarak bizim tahminimize
göre, ilk elde 327 olan başvuru daha sonraki fazda 240, bir sonraki
fazda 182, düşüyor müracaat. 31 Aralık 2014’te biten üçüncü fazda
182. Sonra bu sene başında 2 Ocak’ta başladı dördüncü fazımız,
bugüne kadar 885.”
“Dalganın önünde duramayacaklarını gördüler”
“Artık Anayasa Mahkemesi’nden öyle de karar çıksa, böyle de karar
çıksa bu illüzyon dağıldı, veliler bu konuda gerçekten ciddi manada
bilinçlendiler, eğitim kamuoyu bu konuda gerçekten neyin ne
olduğunu daha iyi anladı ve artık bunlar da bu dalganın önünde
duramayacaklarını gördüler ve şimdi sıraya girdiler. Tabii biz de
kendi mülahazalarımızı ilettik, hatta ben ayrıca sözlü savunma
yapmak için de yani durumumuzu bir de ben geleyim sözlü olarak da
orada anlatayım diye de müracaat ettik, ama bugüne kadar bir dönüş
olmadı. Ama dediğim gibi, yani buradan ben farklı bir şey
çıkacağını tahmin etmiyorum.”
“YÖK meselesi Anayasa meselesi”
“Yani biliyorsunuz YÖK meselesi büyük ölçüde Anayasa meselesi. Bir
kere daha vurgulamakta da fayda var, bizim yasama kültürümüzde
maalesef şöyle bir yanlışlık var: Biz aslında bir yasayla
halledilebilecek şeyleri Anayasa’ya ayrıntılı olarak yazmışız,
yazıyoruz, geçmişteki uygulamayı söylüyorum. Yönetmeliklerle,
yönergelerle, tüzüklerle yapılabilecek işleri yasalara yazmışız.
Niye böyle yapmışız? Çünkü bizim anayasalar hep askeri vesayet
dönemlerinde hazırlanmış ve anayasayı hazırlayan ve hazırlattıran
askerler, ihtilalciler, darbeciler şöyle düşünmüşler: Yarın
siviller gelir bu bizim yaptıklarımızı değiştirirler öyle sağlam
kazıklara bağlayalım ki değiştiremesinler veya zor değiştirsinler.
Kendi açısından mantıklı iyi bir tedbir almışlar ve o yüzden biz de
işte yıllardır herkes şikâyet ettiği hâlde, herkes şurasından,
burasından eleştirdiği hâlde, hatta fırsat buldukça şurasını,
burasını değiştirdiği hâlde bütününe ilişkin bir düzenleme yapmak
konusunda bir türlü gerekli yasal süreci başlatamadık. Niye? Çünkü
YÖK’le ilgili yapılacak düzenlemeler Anayasa konusu ve Anayasa
değişikliği gerektiriyor. Meclis’te de her şeye rağmen yeni bir
Anayasa konusunda geçmiş dönemde bir ortaklaşma sağlanamadı
maalesef. Sadece YÖK için değil veya yükseköğretim düzeni için
değil ama pek çok konuda yeni bir Anayasa’ya ihtiyacımız olduğu çok
açık. İnşallah önümüzdeki dönemde Anayasayı değiştirecek bir
çoğunlukla bunları da halledilecek.”
Ali Demir’e teşekkür
“Yeni ÖSYM Başkanımız bu konuların uzağında olmayan, YÖK
Başkanımız daha önce Başkanvekili olarak veya Yönetim Kurulu üyesi
olarak uzun yıllar orada görev yapmış arkadaşlarımız. ÖSYM’nin
başına gelen arkadaşımız da ÖSYM yasasının hazırlanmasında emeği
olan bir akademisyen. Hem onlara başarılar diliyorum, hem de
onlardan önce görev yapan Gökhan Bey’e de ÖSYM’de görev yapan Ali
Bey’e de yaptıkları hizmetler için gerçekten teşekkür ediyorum.
Daha önceki başkanların da tabii bu konuda emekleri var, onları da
hatırlamak lazım. ÖSYM özellikle YÖK de aynı durumdaydı çok da zor
bir imajın üzerine geldiler. ÖSYM’de özellikle Ali Demir Bey
kurumsal imajı çok yıpranmış, güvenilirliği ciddi manada tahrip
olmuş bir kurumu çok kısa zamanda toparladı ve Ömer Bey’e de iyi
bir miras bıraktı. İnşallah bundan sonrası daha da iyi olacak.
Onların başlattığı birtakım çalışmalar vardı zaten, yani
üniversiteye giriş düzeniyle ilgili, sınav sistemleriyle ilgili,
sınav düzenlerinin nasıl yapılacağıyla ilgili ciddi çalışan bir
ekip oluştu. O çalışmalar devam edecek. Şimdi bunu söylediğiniz
zaman hemen bir cümleyi cımbızla çekip işte üniversiteye giriş
sistemi değişiyor. Hayır, bunlar tedrici, yani kademe kademe olacak
ve hiçbir öğrencimiz bir sürprizle karşılaşmayacak.”
“Sistemin rasyonel zemine oturması için şartlar
değişiyor”
“Tabii sistemin daha iyi işlemesi için, daha rasyonel bir zemine
oturması için şartlar değişiyor. Öğrenci sayıları değişiyor,
üniversite sayılarımız değişiyor, YÖK yasasında yapılabilecek veya
yükseköğretim düzeninde yapılacak değişiklikleri anlatırken ısrarla
söylediğim şeylerden biri de o, mevcut yapı 27 devlet
üniversitesine göre tasarlanmış bir yapı. Üç aşağı, beş yukarı
birbirine benzeyen bir homojen gruba göre tasarlanmış bir yapı.
Şimdi sayıları 200’e yaklaştı 177, bir sene içerisinde 200’ü bulur
veya yaklaşır. Sadece sayısal artış da değil söz konusu olan,
niteliksel olarak da üniversiteler çok farklılaştı. Şimdi devlet
üniversitelerimiz var kendi içinde çok farklılaşmış, çok köklü eski
kurumsal kültürünü oluşturmuş üniversitelerimiz de var, daha yeni
ayakları üzerinde durmaya çalışan yeni kurulmuş üniversitelerimiz
de var. Vakıf üniversitelerimiz de kendi içinde çeşitlenmiş
durumda. Bir kısmı gerçekten sağlam vakıf gelirlerine sahip
üniversiteler, bir kısmı işte anayasa değişikliği olsa, yeni
yükseköğretim düzeyinde özel üniversiteciliğe izin verilse vakıf
olmaktan çıkıp özel üniversite olarak çalışarak kurumlar da var.
Dolayısıyla, bütün bu çeşitliliği ve sayısal büyüklüğü idare
edebilecek esnek bir çerçeveye sahip değiliz.”
“Pek çok yardımcı kitap pedagojik olmaktan ziyade, ticari
amaçlarla piyasaya sürülüyor”
“Orada da ciddi bir suiistimal mekanizması kurulduğunu görüyoruz.
Yani şimdi öğretmenlerimizi zan altında bırakacak şeyler söylemek
istemem ama pek çok yardımcı kitabın aslında pedagojik olmaktan
ziyade, ticari amaçlarla piyasaya sürüldüğünü biliyoruz. Biz her
yıl, kitaplarımızı sıraların üzerine sene başında koyarak
başlıyoruz. Bu kitaplarda yetersizlikler olabilir mi? Olabilir. Ama
zaten müfredat yenileme çalışmalarımız sürekli devam ediyor. Ayrıca
bizim EBA Portalımız var oraya da yardımcı materyallerimizi koymaya
başladık. Dolayısıyla öğrencilerin mümkün olduğu kadar yardımcı
kitaba ihtiyaç duymayacakları bir altyapıyı hazırlıyoruz. Ve
biliyorsunuz kitap sektöründe bandrol alma zorunluluğu var.
Yaptığımız çalışmalar gösteriyor ki, çok ciddi bandrolsüz, korsan
yardımcı kitap sektörü oluşturulmuş. Bunun farklı amaçlarla
kullanıldığını da farklı yapılanmalar için farklı amaçlarla
kullanıldığını da biliyoruz, bununla ilgili tedbirlerimizi de
alıyoruz.”
Öğretmen atamaları Ağustos’ta
“Şimdi öncelikle bu konuda Meclis’in gösterdiği dirayete teşekkür
ediyorum. Millî Eğitim Bakanı olarak böyle bir kadro için Maliye
Bakanlığımıza teşekkür ediyorum, tabi Başbakanımıza teşekkür
ediyorum. Şimdi bunun 47 binin 47 bini de hemen atanacak diye bir
şey söz konusu değil. İhtiyaçlara göre, yani branş bazında ve iller
bazında hangi branşta, hangi ilde, ne kadar öğretmene daha
ihtiyacımız var onların dökümü yapıldıktan sonra bir öncelik
sırasına koyuyoruz ve ona göre atamaları yapıyoruz. Atama
Ağustos’ta yapılacak. Daha önce yapılmayacak.”
“Atamalarda popülizm içinde değiliz”
“Bu seçim yatırımıyla birlikte düşünülecek bir iş değil,
dolayısıyla, öyle bir popülizm içerisinde değiliz. Zaten sadece bu
alanda değil, hiçbir alanda bugüne kadar yani son 12 yıllık, 13
yıllık AK Parti iktidarında seçim ekonomisi uygulamadık. Seçime
gidiyoruz diye yapmamamız gereken birtakım hovardalıkları tabiri
caizse yapmadık, burada da aynı şekilde. Yani öğretmen atamalarının
ne zaman yapılacağı belli zaten Temmuz başında KPSS sınavı
yapılacak, o KPSS’ye girecek adaylar da Ağustos atamasını
bekliyorlar. Şimdi Nisan’da olsun diyen arkadaşları ben anlıyorum,
onlar da şu anda sınırda kalmış, mesela diyelim 1500 öğretmen
almışız, o 1560’ıncı bir 100 kişi daha alınsa o da girecek, bunu
anlıyorum, keşke öyle bir imkânımız da olsa. Ama onları aldığın
zaman da bu sefer ondan sonraki 60’ıncı bir 100 kişi daha
alınmasını isteyecek.”
Kural, Temmuz başında KPSS
“Kural, Temmuz başında KPSS ve alan sınavları yapılacak, o sınav
sonuçlarına göre de Ağustos’ta inşallah öğretmen alımlarımızı
yapacağız. Branşlara göre dağılımı da o zaman konuşabilecek duruma
geleceğiz.”
KPSS soruşturması
“Onların hangilerinin, hangi kamu kurumlarına yerleştirildiklerinin
dökümü de peyderpey ortaya çıkıyor. Millî Eğitim Bakanlığı
çalışanları içerisinde olanlarla ilgili bilgiler de Bakanlığımıza
geldi, onlarla ilgili işlemleri de biz yapıyoruz.”
Sistemde profesyonel tezgah işareti
“Orada çok ciddi bir örgütsel tezgah var, yani göründüğü kadarıyla.
Bas bayağı profesyonel tezgah kurulmuş, ama işte şimdi adalete
intikal etmiş vaziyette.
Paralel medyanın yaptığı yayınlar, sistematik bir algı
operasyonu
“Çok sistematik bir kampanya yürütüldüğü konusunda hiçbir endişem,
şüphem yok. Çünkü işte alt alta dizdiğiniz zaman haberleri ve
bunların hangilerinin gerçek, hangilerinin düzmece olduğunu
araştırdığınız zaman görüyorsunuz. İkincisi, haber kaynaklarına
baktığımız zamanda hep aynı kaynaktan, aynı medya grubundan neşet
eden ve aynı üslupla sürdürülen bir kampanya var. Şimdi biz de
kendimize dönüp baktığımızda hiç mi hatamız yok? Bu kadar büyük
camiada tabii ki olur. Ama özellikle belli bir medya grubunun
yaptığı yayınlara baktığımız zaman bunların çok sistematik bir algı
operasyonu olduğunu net bir şekilde görüyoruz. Zamanlamaları
itibarıyla görüyoruz, içerikleri itibarıyla görüyoruz. Şimdi
düşünün Ağrı’nın bir köyünde, bir okulda öğrenciler ellerinde
tezeklerle okula gidiyorlar. Manşet, Millî Eğitim Bakanlığı yurt
dışındaki okulları düşüneceğine Ağrı’daki tezekli eğitime son
versin. Araştırdık orada bu yapıyla alakalı bir öğretmen ve bir
muhtar, o yapının haber ajansını çağırıyorlar, çocukların ellerine
tezekleri veriyorlar, fotoğraflarını çekiyorlar ve servis
ediyorlar. Okulda 15 ton kömür var, 2,5 tona yakın odun var ama
mizansen, çünkü tezekli eğitim çok akılda kalabilecek bir şey.”
“Paranoyak olmanız takip edilmediğiniz anlamına
gelmez.”
“Gümüşhane’nin bir köyündeki bir ilkokulun sınıfının camı kırılmış
neticede oradaki muhtarın bile hâl edebileceği bir sorun, ama
eğitim çöktü, okullar çocuklar rüzgarda, karda kışta kırık
pencereli sınıflarda eğitim görüyor. Dolayısıyla, bunları bir araya
topladığınız zaman şunu görüyorsunuz: Paranoyak olabilir insan
zaman zaman o tür şeylere kapılabilir ama meşhur sözdür
biliyorsunuz paranoyak olmanız takip edilmediğiniz anlamına gelmez.
Dolayısıyla, bizim böyle şeylerden şüpheleniyor olmamız çok
sağlıklı bir işaret. Ama biz de günlük her gün, onlar belki
yeterince yer almıyor olabilir ama, her gün her yalan haberin
cevabını veriyoruz. Büyük, küçük demeden her haberi tahkik
ediyoruz, doğruysa hakikaten bir haber, bizim için de uyarıcı
oluyor ve gerekeni de yapıyoruz. Ama onun dışında düzmece, belli
bir algı oluşturmaya yönelik, Millî Eğitim ile ilgili ve oradan
yola çıkarak AK Parti’ye veya Hükûmet’e yönelik bu tür
kampanyaların da farkında olduğumuzu kamuoyunun bilmesini
istiyorum.”